Bulgaristan’ın Güney Karadeniz sahilinde karşımıza çıkan Burgaz, 21. yüzyılın başlarında doğal güzellikleri, ılıman havası ve çevredeki gölleriyle gerçek bir turistik mekan olmuş durumda. Hem tatil hem de doğayı keşfedeceğim diyenler için güzel bir seçim olacağına inanıyoruz.
Bu yazı ile şehir hakkında çok daha fazlasını keşfedip, inanılmaz güzel manzaraları bizimle birlikte deneyimleyeceksiniz. Burgaz gezilecek yerler yazımızda durak noktalarımız sırasıyla şöyle..
Sinemorets
Burgaz şehrine yaklaşık 100 km uzaklıktan bulunan Sinemorez köyü “mavi denizlerin yeri” anlamına geliyor. Kırklareli’nden Bulgaristan sınırına geçiş yapacaksanız Burgaz’a gitmeden de uğrayabilirsiniz. Yol dağlık olduğu için hız biraz düşüyor, araç için de biraz sıkıntı olabiliyor. Burgaz şehir merkezine varıp da dönüş yapılabilir. Türkiye sınırına, İğneada tarafına çok yakın olan bu köy, bitki örtüsü ile de benzerlik gösteriyor. Sahiliyle oldukça ünlü, sezon henüz açılmasa da biz de rotamızın ilk durağı olarak bu köyü seçtik. Bir kaç şirin pansiyon için de sezon açılmıştı.
İlk geceyi arabada geçirdik, yıldızları izleyerek uyuduk!.. Sabah 6.30 gibi kahvaltı için gün doğmuştu. Yemyeşil tepelerde kimse, hiç kimse yokken dün hazırladığımız sandviçleri minik buzdolabımızdan çıkarıp hemen tatlı bir kahvaltı masası hazırladık.
Uzun araç yolculukları için sevdiğiniz yiyecekleri yanınıza almanızı öneririz. Biz bu sefer hem Euro’nun değer kaybından, hem de sezon açılmayan yazlık yerlerde her an istediğimiz şeye ulaşmak sıkıntı yaşatmasın diye mini bir soğutucu ve bolca yiyecekle çıkıyoruz yola. İnanın keyifli de yoluyor yol üstünde aracınızla manzarayı seçebildiğiniz sofralar kurmak. Karavan fikrini düşünüyoruz hemen!
Dönelim rotaya 🙂 İlerideki güzel atların deniz ve göle eşlik ettiği temiz bir manzarayla baş başaydık. Sandviçlerimizle burada güne ve seyahatimize başlangıç beklediğimizden de güzel ve yeşilli oldu!
Burgaz’a doğru giderken köyden çıkar çıkmaz hemen yanı başınızda kalan ve aynı zamanda köyün içinden geçen Velaka Nehri buradan Karadeniz ile buluşuyor. Yukarıda bahsettiğim mini gölü de bu nehir oluşturuyor. Tam bu noktada bir plaj var.
Kafa dinlemek, sessizlik, sakin plajlar istiyorsanız bir tatil kaçamağı için düşünülebilecek yerlerden. Deniz keyfiyle beraber yemyeşil tepelerin de tadına varabilirsiniz. Kimsecikler yok, sessiz, huzur dolu! Yalnızca güzelim kuş sesleri..
Kuzey Plajı – North Beach
Primorsko, deniz kenarındaki park ile çevrili Kuzey Plajı, yerel halk ve turistlerin güneşlenmeye, yüzmeye ve hem karada hem de denizde bir dizi etkinliğe katıldığı yer. Plaj voleybolu ve konserler olduğunu tahmin ediyoruz.
Plaj uzunluğu 1700 metre. Bakım konusunda gelirsek ise her sabah plaj temizleniyor. Benzer sahil şeridinin iki farklı yüzünü, Yunanistan Dedeağaç ve Enez örneği gibi çarpıcı bir şekilde burada da görüyoruz. Ülke olarak buralardan ders çıkarabilsek keşke.
Sahil boyunca barlar ve restoranlar oldukça ilgi çekiyor. Biz gittiğimizde tabi ki daha sezon açılmamıştı ama biz terlikleri giyip şöyle bir plaj yürüyüşü yaptık. Hava biraz serin olsa da deniz, kum ve güneş üçlüsü bize çok iyi geldi.
Plajın girişinde binicilik için bir çok alternatif bulunuyor. Plaj tarafına geçtiğimizde ise plaj futbolu ve voleybol sahaları yine yüzücüler için kıyafet değiştirme ve duşlar bulunuyor. Özellikle aileler ve çiftler gün boyu burada rahat rahat kalabilir bütün ihtiyaçlarını bu plajdan dışarı çıkmadan giderebilirler. Sezon zamanı ne kadar değişeceğini tahmin bile edemiyoruz. Şimdi terk edilmiş bir şehir gibi dursa da, sahile çok yakından başlayan bir sürü yazlık ev ve otel sezon kalabalığının göstergesi.
Ropotamı River – Ropotamo Nehri
Sinemorets köyünden yaklaşık 50 km uzaklıktan bulunan bu gölü uğramadan geçmemek lazım! 🙂 Biz Kuzey Plajı’ndan 4,5 km süren keyifli bir yolculuk sonrası buraya vardık. Nehir Arkutino adlı bölgeden geçiyor. Yakınında yaşam yok. 1940’larda koruma altına alınan bir bölge olan nehir ve etrafının Ropotamo Doğal Rezervi’nin olma macerası 1962’de başlıyor. .
Yoğun karaağaç, gürgen yer yer de meşe, defne, muşmula ağaçları var. Ormanda arabayla ilerlerken gördüğümüz güzel ceylan gibi neler neler besliyor onlara yuva oluyor. Yabani kuş çeşitliliği ve fauna, flora Bulgaristan tarafından koruma altına alınmış durumda. Orman ve insana dair avcılık, ateş, kamp hatta piknik dahil tüm aktiviteler yasaklanmış, belirli rotalarda hikinge izin veriliyor
Rezerv oluşturan alan çalılarla da dolu tabi, içinden geçen nehir ise bambaşka bir biyo çeşitlilik. 50’nin üzerinde balık çeşidi olduğu yazılı, tabii balıkçılık da yasak. Ama nehir kenarındaki mini mini iskeleler molalarınıza eşlik etmek için bekliyor.
Sakin ve kocaman ormanın içinden buraya giderken kendinizi huzura gelmiş gibi hissedeceksiniz. Tatil dediğin durağan olmaz diyorsan bir macera istiyorsan mini kayıklarla turuna çıkmak için hazırlıklarını yapabilirsin. Tatmin eder mi bilemeyiz ama yürüyüşçüler için harika bir orman.
Sozopol
İlk bakışta yazlık evler ve apartlardan oluşan şehir şimdiden hareketli, yazın oldukça kalabalık olduğunu tahmin etmek zor değil. Sinemorets tarafına göre belirgin zengin ve kalabalık.
Şirin kasabanın en uzak noktasına doğru yol alıyoruz. Önce burada yakın zamanda gördüğümüz en büyük ve en modern Lidl’ı gördük. Ardında da atıştırmalık ve yemek için bir şeyler aldık. Lidl’ın girişinde Sozopol’ün tarihi ile ilgili mini bir müze bile var.
Bölge tarihinin ne kadar eskiye dayandığını bu markette bile görebilirsiniz aslında, biz de bir kez daha şaşırıyoruz. İsa’nın ölümünden sonraki ilk yüzyıla uzanan bir aile mezarlığından çıkan kalıntılar marketin girişinde hikayesiyle birlikte sergileniyor. Bu küçük müze, 2016’da burada kurulan Lidl’ın kurulum çalışmaları sırasında bulunan aile mezarı ve eserler ile fikir olarak ortaya çıkmış. Biz bayıldık!
Ardından şehir merkezine doğru geçtik. Burada denize sınır olan parkta ne güzel erguvanlar açmış! Kırklareli ile ortak bir proje sayesinde bölgeyi erguvanlar sarmış. Toplamda 100bin Euroluk projenin 51 bin Euro ile destekçisi Kıyıköy Belediyesi. Park bitmeden karşılaştığımız başka bir projenin de destekçisi de İzlanda,Lihtenştayn ve Norveç. Avrupa Birliği destek fonu bu bölgeyi turizme kazandırmaya niyetli..
Pek keyifli gölgeliklerde yürüdük plaja doğru. Belediye binasının önündeki açık hava tiyatrosu ve kilise tam meydanda. Etraf yine Bulgaristan’a yakışır biçimde yemyeşil.
Ağaçlarda da marteniçkalar! Marteniçka ya da Martipliği eski bir bulgar geleneği. Beyaz ve kırmızı ipler sarılır birbirine, beyaz huzuru kırmızı ise hayatı simgeler. İyi dileklerle Mart ayında bileklere bağlanır, ilk leylek görülmesi ile açan ilk bahar dalına asılır. Güneşin, baharın güzel kutlamasında el yapımı bu bileklikler hem tüm aileye hem arkadaş ve dostlara yapılır, hediye edilir. Benim de en sevdiğim yanı belki de bu!
Seni azad ediyorum küçük marteniçkam
Gönlümden, ruhumdan, tenimden…
Burgaz’dan 35 km uzaklıkta yer alan bir Karadeniz beldesi olan Sozopol tarihi Trakyalılara kadar uzanıyor. Eski Kent’in girişinde yer altındaki kazılar ve kalıntılar karşılıyor sizi. Burada şirin bir restoran var bu arkeolojik alana ve denize doğru bir şeyler yiyebilirsiniz.
Şehirde restore edilen orta çağ surlarını gezmek için mini turlara katılabilirsiniz. Yazın gittiyseniz serinlemek için şehrin içinde yer alan küçük kayalık koylara ve Piasachni Diuni’nin enfes sahiline gidebilirsiniz.
Eski Kent’indeki geleneksel oyma ahşap binalar bizimkilere öyle benziyor ki! 18, 19. yüzyıldan kalan binalarda hayat devam ediyor. Turizme yeni yeni açılan alanda pek otel yok, daha çok restoran ve mini dükkanlar var. Halk sokaklardaki turiste henüz yabancı sanki.
Bu sokaklarda kaybolarak şehrin eski geçmişinin ilginç parçalarını keşfedebilirsiniz. Çok şirin rengarenk bez örtüleri hediyelik olarak gördüğüm en şirin ürünlerdi. Bizim Karadeniz’in Rize bezine benziyor, pek tatlı bez bebeklerle fotoğrafını ekliyorum.
Deultum
Mandrensko Gölü’nün batı kıyısında yer alan Trakya izlerini taşıyan ancak Roma dönemlerinde yükselen Deabelt köyü de gezilmesi gereken yerler arasında.
Amatör tarihçiler için Deultum kazı alanı için büyük bir hazine olarak belirtiyor. Deultum, 1. yüzyılda emekli lejyonerler tarafından kurulan özgür bir Roma sömürgesiymiş. Zamanla Balkan bölgesinde, özellikle de Roma’dan Konstantinopolis’e geçtikten sonra, en zengin şehirlerden biri haline gelmiş. Anladığımız kadarıyla çalışmalar hala devam ediyor. Destekçisi de Sofya’daki Amerikan Araştırma merkezi.
Bu harabelerin en çok ilgi çekici yanı ise karmaşık bir ısıtma sisteminin büyük bir kısmının görülebildiği, banyo kalıntıları. Bunları yakından baktığınızda görebiliyorsunuz ve o zamanlar düşünülmüş olması insanı hayrete düşürüyor. Ama yine de tarihe meraklı değilseniz gitmeseniz de olabilir. Trakyalı biri olarak buraya kadar gelmişken “Bizim Traklar neler yapmış?” diye merak ederek buralara geldik biz! 🙂
Poda Koruma Alanı
Parklar buralarda meşhur demiştik. Bir diğer gezilecek park olan Poda, şehrin güney kısmında tuzlu su, tatlı su gölleri ve deniz ile Mandrensko Gölü arasında yer alıyor. Zengin kuş çeşitliliğine sahip olan bu parka insanlar sık sık ziyarete geliyor. Park nispeten küçük bir alanda olmasına rağmen, 46’sı Poda’da olmak üzere toplamda 265 farklı kuş türü görülmüş.
Burgaz Deniz Bahçesi – Burgas Sea Garden
Bulgaristan’a ilk defa gitmemize rağmen Bulgar sahil kentlerinin oldukça hareketli ve Bulgaristan’ın iç kısımlarından çok farklı olduğunu duymuştuk. Gerçekten bunu söyleyenlere hak verecek kadar fark var.
Burgaz’da eğlence, spor tesisleri, bahçeler ve kültür alanlarının bir arada buluştuğu dev bir sahil bulunuyor. Kaldığınız süre boyunca, buradaki Sea Garden‘a sürekli gitmek isteyeceksiniz. Biz de şehrimizdeki böylesi bir parkın eksikliğini ararlen buluyoruz kendimizi. Ne zaman şehir parkına kavuşacak İstanbul? Ne Koşuyolu, ne Bebek parkı, ne Gülhane yetmiyor bize…
Neredeyse 72 dönümlük bir araziden oluşan devasa parkta, çeşmeler, oyun alanları, kafeler, dondurmacılar, açık hava tiyatrosu, tenis kortları ile enfes yürüyüş yolları var. Burası bana Moskova gezmekten oldukça keyif aldığımız Gorky Park’ı hatırlattı. Merak edenler için linki bıraktım.
Bu görkemli parkta bir de kumdan heykellerin olduğu bir alan var. Biz koşa koşa gittik kumdan dev piramit heykellerini görelim diye ama maalesef tadilat zamanıymış. 2008’den beri her yaz Temmuz ayında 2500 ton yağmura dayanıklı özel kum ile heykeller oluşturuluyormuş burada! Saymakla bitmiyor parktaki güzel noktalar hem bizim için hem de çocuklar için her köşede bir başka şey öğrenmek mümkün. Birdclock yani kuşsaati de bunlardan biri! Seslerini dinlediniz mi kuşların hiç, ya kuş sesine göre saati bildiniz mi?
Gün doğumuna göre hep aynı saatte değil ama hep aynı sırada ötermiş, koronun başında kızılkuyruk var efenim ilk 10 dakika sonra gösteri nar bülbülünün, karga geliyor uyandırmaya sonra! 🙂 E peşine çalıkuşu yakışmaz mı mırıltı mırıltı, guguk kuşu ve ardından baştankara, ispinoz, serçe ve sığırcık! Ne güzel bir bilgi oldu, duymaya çalışacağım bir sabah 🙂
Flora
Flora, 1985’ten beri her yıl düzenlenen bir çiçek festivaliymiş. Flora, Burgaz’ın kuzey kısmında yer alıyor ve genellikle nisan ve mayıs ayları arasında yapılıyor. Biz katılmayı çok istiyorduk normale göre planımız bir hafta sonraya kalınca tam da festival haftasına denk geldik!
Festivalin sloganı da oldukça ilgimizi çekti: “doğa-insan-uyum” festival zamanı görülen bitkilerin bir çoğu çok nadir görülebilen bitki çeşitlerinden oluşuyor.
Tüm bu güzelliğin yanında yöresel ürünlerin de satıldığı standlar açılmış. Bir sürü stand gezdik, bir tarafta da çocuk katılımcılardan kendi mini bahçelerini tasarlamaları istenmiş. Cıvıl cıvıl kalabalık içinde festivalin renkli köşelerine iyi ki denk gelmişiz dedik. Her yıl Mayıs ayının ilk haftalarında burada.
Deniz Bahçeleri’nin ağaçlıklı olan tarafından Karadeniz’e uzanan ve yaklaşık 300 metre mesafede yer alan Burgaz İskelesi fotoğraflık manzaralar sunuyor. Kendine has bir yapısı olan T şekli nedeniyle şehrin simge yapılarından biri. Her yaştan yerel halkı ve turistleri romantik yürüyüşlere çıkaracak, bir yandan yükseltilmiş izleme platformu sayesinde sahili keşfedecekler.
İskele – Mosta
Yazın bizim İstanbul sahilini aratmayan görüntüler burada da oluyormuş. Havaların ısınmasıyla biz de şahit olduk sezonu açanlara 🙂 İnsanlar iskele üzerinden denize atlıyorlarmış. Yazın bahar aylarındaki keyfi vermeyebilir, yine de tıklım tıklım olmayacaktır dilediğiniz gibi vakit geçirebilirsiniz.
Mud Bath – Çamur Banyosu
Burgaz’ın sahilinde çamur banyosu yapılabilen bir SPA yer alıyor. Bölge endüstrileşme zamanlarında kullanılan tuz havuzlarından oluşuyor. Havuzlardan birinin rengi pembe ve suyun üzerinde durduğunuzda harika hissedeceksiniz. Yerel halktan pek talep görmemesine rağmen biz turistler oldukça ilgi gösterdik. 🙂
Ancak asıl çamur banyolarının tuz ve mineral özellikleri ile ilgili olarak şunu söyleyelim: Siyah çamur, cildiniz ve eklemleriniz için oldukça yararlı. Kendinizi çamur havuzlarına bırakın ve sıcacık suya kendinizi bırakarak yıkanın!
Etnografya Müzesi
Bu konuda daha Türkiye’de bir etnografya müzesine gitmediğim için burada girersek haksızlık yapacağımı düşünerek girmedik. Zaten kültür anlamında da çok çok uzak değiliz. Bir tarafım da Bulgar kökeni var. 🙂
Müzeye girmeden oldukça bilgi edindik. Müze, 19. yüzyıldan kalma yerel destan Dimitar Todorov Brakalov için inşa edilmiş görkemli bir evde yer alıyor. Evin ilk katı özgünlüğünü korumuş bu sayede burada tekstil sergisi ile beraber üst sınıf kadın modasını da gözlemleyebilirsiniz.
Üst katta, her etnografik grubun geleneksel kostümleri sergileniyor. Dini olaylar için giyilen kostümlerin yanı sıra günlük kıyafetler de sergileniyor.
Nessebar
Burgaz’dan 35 km uzaklıkta UNESCO listesinde yer alan ve deniz kıyısındaki tüm eğlenceyi muazzam tarihsel zenginliğiyle bir araya getiren bir kasaba olarak karşımıza çıktı Nessebar.
Eski Nessebar’ın arnavut kaldırımlı sokaklarında, hemen her dönüşte birer eski kilise sizleri karşılayacak. Burada en eski kilise 500’lü yıllara dayanır, St. Sofia 1700’lü beri harabe halinde ve duvarların çoğu Bizans kemerleri sayesinde hala sağlamlığını koruyor.
[wdi_feed id=”2″]